Buradasınız: Haberita » Köşe Yazıları » Bilimsel Etkinlikler ve Topluma Yansıması

Mustafa Önder

Mustafa Önder

Ülkemizde,  kamu kurumu ve üniversite ortaklığı ile gerçekleştirilen çeşitli sempozyum, seminer, çalıştay vb. bilimsel etkinliklerde, uzun süredir dikkatimi çeken ve bende  önemli bir rahatsızlık yaratan eksikliği dikkatlerinize sunmak istedim. Olanağım elverdikçe, özellikle mesleğimle doğrudan ya da dolaylı ilgili bu tür bilimsel ortamlara katılmaktan mutluluk duyarım. Meslekdaşlarımla veya yakın disiplinlerdeki bilim insanları, öğrenci, kamu görevlisi, özel sektör temsilcisi kişilerle tanışmak, eski tanıdıklarımla hasret gidermek, yenilikleri görüp izlemek vazgeçemediğim tutkularım arasında yer alır. Son katıldığım bir sempozyumun ardından düzenlenen değerlendirme toplantısında da, birazdan dile getireceğim eksikliği seslendirmiş ve düşünceme karşıt veya koşut ileri sürülen söylemleri de içeren bir yazının tarafımca kaleme alınmasını tasarlarken, değerli meslektaşım Sencer Girgin ile yaptığımız bir görüşme sonrası, bu konudaki düşüncelerimi www.haberita.com sitesinde yayınlamamın yararlı olacağını değerlendirdim.

Burada sempozyumun adını, tartıştığım ve sonuçta olumlu ya da olumsuz görüş bildiren kişileri açıklamaktan çok, görüşümü dile getirmemin daha uygun olacağı düşüncesindeyim. Çünkü bu, salt son katıldığım bilimsel etkinlikte değil, son yıllarda katıldıklarımın hemen hemen tümünde karşılaştığım ortak bir sorundur.

Bilindiği gibi, ülkemizde bu tür bilimsel etkinlikler, çoğu kez bir veya daha fazla kamu kurumu ve beraberinde bir ya da birkaç üniversitenin bir araya gelmesi, bazı özel sektör kuruluşlarının sponsor desteğini de almak koşulu ile gerçekleştirilebilmektedir. Etkinliğin parasal boyutunu karşılama yönünde, ne kamu kurumlarının ne de üniversitelerin bütçelerinde böyle bir fasıla yer olmadığı hepimizin bildiği gerçeklerdendir. Düzenleme komitesi de genellikle kamu kurumunun, üniversitelerde akademik çalışma yapan personeli ile  üniversitenin,  anılan çalışmayı yöneten öğretim elemanlarından oluşur. Amaç, ortaklaşa yürütülen bir çalışma sonrası oluşan bilgi birikiminin,  konuya doğruda ya da dolaylı ilgi duyan diğer kamu veya eğitim kurumlarının varsa, benzer çalışmalarını da bünyesine katarak, değişik oturumlar altında bir bildiri demeti sunmaktır.

Sunulan bildirilerin içeriği, bir uygulama çalışması olabildiği gibi, konu ile ilgili salt kuramsal bir açıklama veya değerlendirme de  olabilmektedir.  Sunumlar, doğal olarak izleyici kitlesinin dikkatini çekebilmek için, görselliği ön planda tutan bir yapıda olmaktadır. Sunucu, başlangıçta çalışmasının bilimsel ve kuramsal dayanağının kısa bir  açıklamasının ardından yaptığı uygulamayı anlatmakta, sonrasında sonuç ve önerilerini sergileyerek bildirisini sonlandırmaktadır. Soru- yanıt bölümüne geçildiğinde,  o konuya ilgi duyan bir izleyici varsa onun tarafından soru yöneltilmekte, çok özel bir  konu ise çoğu kez soru olmamaktadır.

Benim burada altını çizerek dile getirmek istediğim, yapılan bir bilimsel çalışmanın topluma olan yararı ve katkısının, sunum içeriğinde önemle vurgulanmasındaki eksikliktir. Gerek yapılan çalışmanın başlangıç bölümünde sözü edilen amacında,  gerekse sonuç ve öneriler bölümünde,  işin bu yönü sürekli göz ardı edilmektedir.  Bilimsel etkinlikteki katılımcı profiline bakıldığında da, yapılan çalışmaların sonuçlarından doğrudan etkilenen, buradan elde edeceği bulgularla, yaşadığı soruna çözüm getirecek veya onu yönlendirecek, karar verme yetkesine sahip kişi ve kuruluşların bulunmadığı hemen göze çarpmaktadır.

Katıldığım son sempozyumda da, sunulan bildirilerin içeriğindeki uygulamaların büyük bir çoğunluğu, yerel ve kamusal yönetimlerin yaşadığı iskan, çevre koruma, doğal afet  vb. sorunlarından oluşmaktaydı. Ancak izleyiciler arasında yerel ve ilgili kamusal yönetimlerden kimse yoktu. Sempozyum sonunda yapılan değerlendirme toplantısında bu konu sorulduğunda, “davet ettik ama gelen olmadı” yanıtı veriliyordu. Ben de söz alarak, sunulan bildirilerde, bu kesimin ilgisini çekecek, konunun önemini vurgulayacak başlıklara yer verilmediği, diğer bir deyişle bu tür platformların, bazı kişilerin kendilerinin çalıp, kendilerinin söyledikleri bir havadan kurtarılmadığı, özellikle toplumu doğrudan ilgilendiren alanlarda, çığlıkların yükseldiği ortamlara kavuşturulmadığı sürece hiçbir anlam ifade etmeyeceğini, sadece belirli bir kesimin bilimsel tatmin arenası olmanın ötesine geçemeyeceğini dile getirdim. Bu görüşüm katılımcıların çoğu tarafından destek görürken, değerli bir öğretim elemanı arkadaşım ise, bu tür etkinliklerin bilimsel olduğu, buralarda siyaset yapılmaması gerektiği yönünde görüş bildiriyordu.

Ortada bir çevre cinayeti işleniyor, bu cinayet görmezden gelinip, işin sadece kuramsal yönü mükemmel bir matematiksel modelleme ile açıklanıyor, buna da bilimsel çalışma deniyorsa, bunun adı önce kendini aldatmaktır. Benim gözlemlediğim, bilim yuvası olarak nitelediğim üniversitelerin, mevcut siyasi yapıdan son derece etkilenmiş, uslu çocuk, tatlı su akademisyenliği rolüne soyunmuş bir yapıya hızla dönüştüğü yönündedir. Kamu kurumları ve kuruluşları bu dönüşümü çoktan tamamlamıştır. Halktan, toplumdan uzak ve kopuk bir bilim olamaz. Edison’un elektriği, Graham Bell’in telefonu, Newton’un ise çekim yasasını bilimsel tatmin için değil, toplum için keşfettiği gerçeği asla unutulmamalıdır. O bilimsel etkinlik siyasetten arınmış bir yapıda ise, neden ilgili Bakan çağrılarak konuşma yaptırılmış, toplumdan soyutlanmış bir akademik çalışmaysa, neden bir doğal afetin matematiksel modellemesi anlatılırken, toplumun fertlerinin afet sonrası yaşadığı acıyı tüm çıplaklığı ile gösteren görüntüler  sunumda kullanılmıştır,  gibi soruları sorma hakkı da kendiliğinden doğmaktadır.

Telif Hakkı: © 2010 - 2024 Haberita - Tüm hakları saklıdır.